DUYGULAR TARAFINDAN YÖNETİLMENİN DERİN UYKUSU

İnsan ruhunu bir gökyüzü gibi kabul edersek, yaşadığı binlerce duygu bulutlar gibidir, gelirler ve giderler. Ömrümüz boyunca gökyüzümüzden fark edebildiğimiz ve edemediğimiz bir sürü duygu bulutları gelip geçer. Duygularımızdan bazılarını çok derinden geldikleri ve bizim göremeyeceğimiz hatta görmek de istemeyeceğimiz bir şekilde şeffaf oldukları için fark edemeyiz. Onları görünmez hale getirenin biz olduğumuzu da bilmeyiz. İnsanın çocukluk döneminde üstesinden gelemeyip bastırdığı duygular böyledir. Bu duygular yaralı oldukları için fırsat buldukça tekrar tekrar gökyüzümüzden geçerler. Her defasında içimizi daralttıkları için onlardan kaçmanın bir yolunu bulmaya çalışırız. Bu duygular yaralı oldukları için bize acı verirler, aslında onları onarmamızı isterler, durumun vahametini anlatmak için de bizi korkuturlar, ciddi panik ve kaygı oluştururlar ve bizi bir bağımlılığın ya da hastalıklı bir bağlılığın kucağına atarlar. Bu duygular bastırıldıkça acının şiddeti artar ve kuvvet kazanırlar, öyle ki göbeğimizden boğazımıza kadar olan herhangi bir alanda bir sıkıntı oluşturarak da kendilerini gösterirler. Karnımız ağrıyabilir, kalbimiz daralabilir, nefes alamıyormuş gibi olabiliriz, boğazımız düğümlenir ve bir yerimizde yumruk gibi bir şey oturur kalır. Bazen öyle kuvvetli bir saldırı olur ki dünyaya sığamaz hale geliriz, kimsenin bizi anlayamayacağını düşündüğümüz kendimizi alabildiğine yalnız hissettiğimiz bir zindana doğru ilerleriz. Derken zihnimiz bize bu acıdan kaçmamız gerektiğini, bunun için geçmişte kullandığımız yollardan herhangi birini kullanmamızı söyler. Kullanılan yol her ne olursa olsun yarayı tedavi etmez, sadece geçici bir süre için acıyı dindirir. Bu yara yine depreşecek bu sıkıntı mutlaka yine gelecektir. Biz ağrı kesici olarak kullandığımız oyuncağın dozunu ne kadar artırırsak artıralım yara tedavi olmadığı için bir çözüm olmayacaktır. Yüzleşilemeyen duyguları uyuşturmak için kullanılan yöntem her neyse bir süre sonra o yönteme karşı tolerans geliştirilmesi, daha çok istenmesi ve bir süre sonra kesmeyince de daha kuvvetli bir yöntem arayışına girilmesi olasıdır. Duygularımızı uyuşturan şeye gitmemek için direndiğimizde sıkıntı dozunu gittikçe artıracak, kendimizi çok kötü hissettirecek ve çaresiz bir şekilde bizi haz oyuncaklarımızdan birinin kucağına atacaktır. Yaramız derinse ve bir türlü aşamıyorsak, bize oynanan oyundan çıkamıyor bir türlü uyanamıyorsak bir süre sonra acı veren duygumuz tarafından yönetilen bir hayatımız olmaya başlar. Bir yerde dur diyemezsek hayattaki birçok işimizi sadece zorunlu oldukları için yapar, tembel bir insana dönüşürüz. Bizi yöneten yaralı duyguların beraberinde getirdikleri şeylerden biri hayatın hiçbir anlamı olmadığı, ne yaparsak yapalım boşuna yaptığımız hissiyatıdır. Ola ki acıdan kaçma yöntemi olarak işkolik olmayı tercih ettiysek bu sefer işimizi başka insanlara sıkıntı verecek, acı yaşatacak şekilde yapmaya başlarız. Evet çalışkanızdır ama bir türlü ne kendimizin ne de başkalarının hayrını görebildiği bir çalışkanlık sahibi oluruz. Her halükârda bastırılmış duyguları tarafından yönetilen insan derin bir uyku halindedir. Bazen ne yediğini içtiğini bilmez kendini öldürmeye kastetmişçesine yemeye içmeye vurur kendini, bazen içkiye, bazen uyuşturucuya, kumara, bazen şehvete, mevki makam düşkünlüğüne, şöhrete ve hatta bazen aşk kisvesi altındaki insan bağımlılığına. Bastırılmış duygular o kadar zalimdir ki insanı kendisini tanıyamayacağı bir noktaya getirebilirler. Bastırılmış yaralı duygular öyle zalimdir ki insanın dünyasını başına yıkabilir. Bir acıdan kaçarken binler acının içine düşürebilir. Bir ömür boyu kaçıracak kadar insanı korkutabilir. İnsan bir ömür boyu uyanmadan kaçtığı duygulardan haberi olmadan yaşayabilir. Hem kendine hem de başkalarına hayatı zehredebilir. Duygu deyip geçmemek gerektiğini sadece öfke ya da şehvet duygularının kuvvetine bakarak görmek mümkündür. Bir duygu yüzünden insan öyle bir düşürür ki kendisini bir anda gökten yere iner. Bir duygunun peşinde koşar da bir ömür boyu yaptığı binayı bir günde yıkar. Masum gibi görünen bir duygu öyle noktalara gider ki insanı cani eder. Öyleyse duygulara parola sormak, gelen her duyguyu ciddiye alıp esiri olmayı bırakmak, çocukluktan gelen yaralı duygularımızı bulup kendi çocukluğumuzu bağrımıza basmak ve onu bir şeylere bağımlı hale getiren bu kölelik ajanlarını kendi geldikleri yere doğru serbest bırakmak zamanı geldi de geçiyor bile belki. Asıl mesele uyuduğumuz derin uykudan uyanıp ben kimim, neciyim, nelere aldanıyorum, hangi duygularım beni aşağı çekiyor, hangi duygular kalp ve ruhumun derecesinde bir hayat sürmekten beni alıkoyuyor diye sormaktır. Sözlerim yazdıklarımı yaşayanlar veya yaşadıklarımı anlayanlar içindir. 

Yorumlar

  1. Aslında duyguların kökeninde düşünceler yatıyor bence. Bir düşünce bir duyguya yol açıyor. Önce aklımıza üşüsen her düşünceye kıymet vermemeyi öğrenmeliyiz. Yağmur bulutu gibi, yağıp geçmesini olağan karşılaşmaliyiz. İlle de kıymet vereceksen doğruluğuna kanıt aramalı objektif bir gözle ölçüp tartmaliyiz. Ell tutulur yani yoksa ve biz de ona itibar etmezsek sanki duygularımızı da biraz kontrol edebiliriz sanki. Şahsen ben kısa bir müddeti öyle yapıyor ve şükür verim alıyorum.

    YanıtlaSil
  2. Bence kişi ‘’ben" özelinde düşünmelidir. Kafam karışıksa, gerginsem ya da rahatsız olduğumda insan öncelikle hangi konularda rahatsız olduğunu kendine itiraf edebilmesi gerekir. Böylelikle zamanla Duygularımızı kabullenebiliriz.
    Çünkü her bilinçaltımız bize depoladığı yerden verileri çıkarıp önümüze getirse de geçmişe gidip geçmişi değiştiremeyeceğiz. Yani artık KEŞKE yerine İYİ Kİ ile başlayan cümleler kurmayı kendimize itiraf etmenin en iyisi olacağının kanısındayım.
    Kaleminize sağlık.
    Hallederiz Kadir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar