KOŞULSUZ ŞEFKATE MUHTAÇ YARALI ÇOCUKLARA İTHAFEN

Şefkat göstermekte zorlanan birinin esasen kendisine şefkat gösterilmesine ihtiyacı vardır. Şefkat göstermesi gereken kimdir? Elbette bizzat kişinin kendisi. Öz şefkat adı verilen şeye bir çoğumuzun derinden ihtiyacı vardır. Başkalarına şefkat göstermek daha kolaydır. Bunu bir rol olarak da üstlenmek mümkündür. Başkalarına çoğunlukla kısa süreli, az ya da çok, belki biraz isteyerek belki tamamen yapmacık şekilde şefkat göstermemiz mümkündür. Kendimize göstereceğimiz şefkat ise yıllarca ertelenmiş, üstü örtülmüş veya utanılmış şekilde bir köşede bekliyor olabilir. İkinci yolculuğa çıkan birisi yolda en çok ihtiyaç duyduğu iki şeyin cesaret ve kendisine göstereceği şefkat olduğunu öğrenir. Bu konuda samimi değilsek içimizdeki çocuğu ikna edip yaralarını onarmamız mümkün olmaz. Bugün kendimizden memnun olmadığımız yönlerimiz, sürekli tekrar edip durduğumuz davranışlarımız, yıllardır bizzat bizim tarafımızdan açıkça ya da örtülü bir şekilde acımasızca eleştirilmiş olabilir. Bu acımasız eleştiriler, kendine edilen hakaret ya da aşağılamalar, kendini beğenmemeler, iç çatışma ve iç tartışma içinde olmalar ve acımasız sıkı kurallar koyup ardından bozmalar, bugüne kadar bir işe yaramadığına göre bize bir yerde yanlışlık olduğunu gösteriyor olabilirler. İnsan ancak nezaketle, derinden gelen bir şefkatle, yapmacıklıktan uzak samimi bir destek ve inançla değişim gösterebilir. Zorlamak, bütün oyunu bozar. Suçlayarak, herkesin içinde yerin dibine batırarak, kınayıp başkalarıyla karşılaştırarak, beğenmez tavır ve ifadelerini savura savura gezerek çocuk yetiştirenler, çocuklarına bıraktıkları geçmeyen yürek acısını bilselerdi ağızlarına dillerine kilit vurdururlardı. Bu yürek acısıyla yaşayan çocuklar da biraz daha beğenilip onay almak adına girdikleri bin bir sıkıntılı halin, yıllardır kendisini acı acı kovalayan sevgisizlikten, koşullu şefkatin açtığı derin yaralardan, bir kibir uğruna birilerinin verdiği savaşın oyuncağı olmaktan ibaret olduğunu bilselerdi, koşa koşa içindeki çocuğa yeni baştan ebeveynlik yapmaya giderlerdi. Bugün şefkat eksikliğinden, koşullu sevgiden kaynaklı yaralarımız, iç sıkıntısı, öfke, korku gibi duygularla kanıyorsa içimizdeki çocuğa geçmişte bizi yaralayanların yaptığının aynısını yapmak hangi mantığa ve vicdana sığar? İçimizdeki sindirilmiş çocuk kendisine yapılan yanlışları benimseyip bunların savunucusu olacak kadar bastırılmış duygular içindeyse, nerden geldiği belli olmayan patlamalar içinde yaşamaya mahkumdur.

Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geçmişteki şefkatsizlikler, koşullu sevgiler, yüzümüze gülüp canımızı acıtmalar da geçmişte kalmıştır. İkinci yolculuk zamanı, kendi kendimizin şefkat dolu ebeveyni olmayı öğrenme zamanıdır. Geçmişin tüm yaralarını ömrümüzün son gününe kadar da sürse sabırla onarma zamanıdır. Bu yürek acısı, bu boğazda düğümlenen sıkıntı, bu öfke patlamaları nasıl çözülür? Sorunumuz, şefkat eksikliğinin, anlaşılmamanın, ne yaparsak yapalım bir türlü beğenilmemenin, yetersiz ya da değersiz görülmenin acısını kendimizden ya da en yakınlarımızdan çıkarmaya çalışmakla çözülecek bir sorun mudur? Yoksa kendimize koşulsuz destek olup, sevgi göstermenin, şefkatle yaklaşmanın gerektiğine ilişkin binlerce sinyal almamıza rağmen hala öğrenilmiş çaresizlikle ve değersizlikle gezmek birilerinin kurduğunu düzeni mi devam ettirmektedir?  Hele ki çocuğu olan kimseler geçmişte kendileri üzerindeki şefkat eksikliğini gidermek için ellerinde bir imkanları varken, kendilerine uygulanan yöntemlerin aynısını uygulamaya devam eder ve kendi içindeki yaraları şefkatle iyileştirmezlerse bu domino etkisine kim dur diyebilir?

İçimizde kendini koşulsuz sevmenin, şefkat göstermenin ne demek olduğunu dahi bilemeyecek kadar yabanileşmiş, ürkek, tir tir titreyen bir çocuk olduğu halde şimdi bunların sırası mı, her şey de çocukluğa bağlanır mı diyenler elbette kendilerine hak ettikleri şefkati göstermekten ve kendilerinin sil baştan ebeveyni olarak içindeki çocuğa sahip çıkmanın sorumluluğunu almaktan uzaktır. Eğer hareketlerimizin sorumluluğunu elimize alıp tüm çocukluğumuza sahip çıkmayacaksak kaçmaktan başka çare yoktur. Kaçanlar kaçtıklarını iyi bildikleri halde kaçmaktan başka çareleri yok sanırlar. Oysa gerçek kaçılacak yer bizzat özümüzdür. Özümüze kaçmaktan korkmamayı, suçu ne kadar büyük olursa olsun çaresizlik içinde titreyen yaralı çocuğu bağrımıza basmayı, elinden tutup hiç bırakmamayı öğrendiğimizde meselenin aslında hiç de sandığımız kadar zor olmadığını göreceğiz. Kendimize ve içimizdeki yaralı kuşa sen koşulsuz bir şefkati hak etmiyorsun demekten vazgeçip, yaralarını kanatmayı bırakmak, kendini kaybedercesine bağımlılıkların, kaçışların pençesine düşmekten daha mı zordur? Hayalin elinde esir olmaya devam ettikçe zor, çok zor demekten daha kolay bir şey de yoktur…

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar